Aynı Sahne Bin Bir Dekor

“Biraz ayıp ettim galiba, sadece yardım etmek istiyor ama...”
“Niye her şeyde sanki ben acizmişim gibi sürekli aynı şeyi tekrarlıyor? Hayatta her şeyi tek başıma yaptım. Ne kocam yanımda oldu ne sevdiklerim, ne de başka kimse… Şimdi mi çaresiz kalacağım! “Ah Leyla ah! Çok taviz veriyorsun. Hep ondan! Akılsız kafam…” diye içinden geçirdi Leyla. Annesi az önce kapatmıştı telefonu. Leylaya sürekli akıl veriyor ve bir şeyleri değiştirmesi gerektiğini söylüyordu. Anne ya, kolaydı sanki. Hem haksızlığa uğrayan benim hem de kendimi değiştirmem gereken kişi benim öyle mi?” Dedi Leyla, bir yandan eşyalarını yerleştirirken. Bir ay olmuştu boşanalı. Yeni bir eve çıkmıştı, annesinin evinde kalmak istememişti. Ne de olsa hep yüzüne vurulacaktı yaşananlar. Koca beş yıl, iki yıl da boşanma süreci…  Zaten mahkeme süreci o kadar yormuştu ki onu. Ama yıkılmamıştı, ayaktaydı. Kafasında her şey açıktı. Beni taşıyamadı. Benim gibi bir kadın ona fazla geldi. Ondan bunları yaşıyorum”. Annesini dinlememişti. Kızım bak pire için yorgan yakılmaz. Hemen esip gürleme, gemileri yakma. Biraz birbirinizi anlamaya çalışın. Olan sana olur. Ah ben de neler çektim babandan biliyorsun, kolay mı boşanmak öyle...” “Tabii tabii, pire için yorgan yakılmazmış… Sana konuşmak kolay tabii!” Leyla, mutlu olurum sanmıştı. Aylarca düşündükten sonra evet demişti Aliye. Bir yıl nişanlı kalıp harika bir düğünle evlenmişlerdi. Başta her şey güzeldi ama sonra işler  sarpa sarmıştı. Ali sürekli çocuk istiyordu. Beyefendiye bak, yok çocuk yapacakmışım bir de üstüne çalışacakmışım, çocuğu da annesi bakacakmış! Hatta annesi de bir süre bizimle yaşayacakmış! Minik meseleler bile öyle çok büyümüştü ki, artık kavga etmeden konuşamaz hale gelmişlerdi. Kendi aralarındaki meseleleri çözemeden bir de işin içine annesi ve başkalarının dertleri girmişti.  Leyla artık Ali’nin isteklerini karşılayamayacağını düşünüyordu. Ah Anne, sen benim neler yaşadığımı biliyor musun? Çile çekiyordum resmen çile! Yeter artık, ben onun dadısı mıyım? Her şeye karışıyor, hep o ne derse onu mu yapacağım!” Kafasında Aliyle ilgili bütün yaşananlar dönüp duruyordu. Her olayı, her sorunu sürekli sorgulayıp duruyordu. Demek ki bu hayatta hiçbir şeye güvenmeyecekmişim. Ah kafasız Leyla ah, neden evlendin ki! Büyü, oku, çalış, evlen… Hepsine bir ömür harca. İşe bel bağla, eşine bel bağla, ama sonunda hepsi boş çıksın. Ne kaldı elinde? Koca bir hiç. Boşa geçmiş yıllar, kavgalar, depresyon hapları… En sonunda da bir mahkeme celbi… Ne umutlarla ne hayallerle evlenmiştim oysa. Böyle mi olmalıydı?
Evlilik esaretmiş demek Leyla Hanım, beceremedin sen…” Sanki yaşadıkları yetmiyormuş gibi bir de etrafındaki herkes akıl vermeye kalkıyordu. Annesi bile böyle yapıyorsa el alem ne yapmaz! Nerden anlayacaktı ki Leylanın yaşadıklarını? Tamam annesi tecrübeli kadındı ama nereden anlayacaktı Leyla’nın yaşadıklarını! Çok şey yaşamış, çok şey görmüştü. 60 yaşındaydı ama Leylanın yaşadıklarını yaşamadan nasıl tavsiyede bulunabilirdi ki? 
Sanki babam Ali gibi miydi? Annem nereden bilecek ki benim nasıl canımın yandığını, onu mutlu etmek için sürekli kendimden ödün verdiğimi?” Sonra düşündü Leyla. Gerçekten çok mu ödün verdim? Bunun adı fedakârlık mı yoksa? Ali ne isterse hemen yaptım ama bu kötü bir şey değil ki! Oysa onun isteklerini karşıladıkça daha mutlu oluruz sanmıştım. Ama yeter… Yok öyle yap, yok şöyle yap, yok annemle yaşayalım… Oh be kurtuldum!” dedi Leyla derin bir nefes alarak.  Ancak kalbi bu duruma pek inanmamıştı.  Yeni ambalajını söktüğü tabureyi düz çevirip üzerine çöküverdi. Ağlamaya başladı.Hayır, hayır en doğrusunu yaptım ben, ne annem ne de Ali hepsi bana ben anormalmişim gibi davrandı. Allah’ım ne düşüneyim bilmiyorum ki, ben mi sorumlusuyum şimdi? Hani boşanınca bitecekti sıkıntım peki neden mutsuzum? Neden şu an bu kadar mutsuzum? Neden bir şeyleri parçalamak istiyorum? Neden hala sürekli düşünüp duruyorum…”
Herkes bir problem yaşar bu hayatta. Çeşit çeşit hem de.  Kimi ailesiyle, kimi iş yerindekilerle, kimi çocuğu, kimi sağlığıyla… Üzerine güneş doğan her canlının bir problemi vardır.  Hayatın ona sorduğu sorular, beklediği cevaplar vardır. Peki, bir karınca yüklendiği taneyi her gün tam da yerine, şikâyet etmeden götürürken, bir ağaç artık ben meyve vermiyorum demezken, insan neden şikâyet eden olur? Neden hayatın sorduğu sorulara doğru cevap vermesi gerekirken problemler arasında kaybolur? Neden her problem yaşadığında az sonra dünyaya bir göktaşı çarpacak ve her şey yok olacak duygusuna girer ki! Çünkü herkesin problemi kendine biricik gelir. Kimse beni anlayamaz, kimse çare olamaz, diye düşünür. Peki, gerçekten o problemi sadece o mu yaşamıştır bu hayatta? Gerçekten daha önce yaşayan kimsede yok mudur o problemi? Daha önce yaşamış, doğru bir şekilde çözmüş ve sonunda da mutlu ve başarılı olan kimse yok mu gerçekten? Neden insan problemi çözmek yerine isyan eden olur ki? Yoksa duymak istediğimizi duyamadığımız için mi bu isyan? İşine gelmeyince karşı tarafı suçlamak mı, problemi çözebilmek peki? Tıpkı Leylanın yaptığı gibi…Kimseyi dinlemeyip kendi bildiğini, okuması gibi…Bir ben miyim, yoksa benden önce milyonlarca insan yok mu boşanan, ayrılan, acı çeken… Milyonlarca insan yok mu başarısız olan?  Probleminden göz çekip kaçacağını sanan ya da zıddında mutlu ve başarılı olan. Benim düştüğüm kuyuya düşmeyen. O hendeği geçip hedefine ulaşan yok mudur?  Vardır elbet. Ama insan kendince doğru olanı değil gerçekten doğru olanı yaptığında vardır.
Problemi hasır altı ederek değil, gerçekten problemi çözme sorumluluğunu üstlendiğinde.
Kendinden önce binlerce insanın hatalarını tekrarlamaktan vazgeçtiğinde. 
Problemin gerçek nedenini bulabildiğinde, vardır elbette…
Üstelik o problem onu geliştirmek için verilmişken,
Ve hemen yanı başına çözümü de eklenmişken, 
O problemi çözmek için her şey insanın lehine çalışırken,
Son anına kadar çözme fırsatı verilmişken,
Defterini dürüp kapatan yine insan...
Kendi eliyle topladığı karı çığ haline dönüştürüp bu çığın altında kalan,
Ve yine kendi eliyle oradan çıkacak olan.
İnsan yaşadığı tek bir sıkıntıda her şeyden vazgeçip kolayı seçiyorken,
Kendi göbeğimi kendim keserim diye ömrünü heba ediyorken,
Hayatını tıpkı bir labirentte gibi boşa denemelerle harcıyorken,
Ve sahte çözümlerle oyalanıyorken,
Zaman akıp gidiyor, geriye baktığında elinde kalan koca bir hiç...
Aslında istenen tek şey doğru cevap, 
Bilemediğinde her defasında tekrar önüne çıkan,
Kimi önüne çıkan soruları cevaplarken yol almış, kimi yola çıkamamış…
Peki, nedir insana yol aldıracak cevaplar?


Yorum Gönder

2 Yorumlar

  1. Nedir? Belkide o kadar zor değildir.:)

    YanıtlaSil
  2. İnsan en.çok da problemin kendisi ile ilgili kısmını kabullenmeye zorlanıyor. Ne güzel bir anlatım. Teşekkürler.

    YanıtlaSil