Hep Ben

Bir insan hiç emek vermediği bir şeyi nasıl sahiplenebilirdi?

Nasıl sadece kendisini düşünürken başkasını hiçe sayabilir?

Bencillik ne zamandan beri profesyonellik oldu?


Leyla da kendi projesini alan Canan için aynı şeyleri düşünüyordu.

Öyle ki bu sebepten dolayı işi bile bırakmak istedi. 

Haksızlığa uğradığından o kadar emindi ki…

Canını yakan bu durum belki de onun için bir şeyin başlangıcıydı.


Leyla 2 yıl önce mimarlık fakültesinden mezun olmuş ve stajyer olarak bugün çalıştığı şirkette işe başlamıştı. Öğrenciyken en büyük hayali, gördüğünde herkesin hayran olacağı binalar tasarlamaktı. Ona göre binalar bir sanat eseri gibi olmalıydı.

 

Leyla, stajyer olarak başladığı işyerinde 6 ay sonra kadroya alındı. Azimliydi, kendini geliştirmek için iş çıkışı tasarım programları eğitimine gidiyordu. Yabancı dilini de ilerletiyordu. Firmada işler yolundaydı, sürekli yeni ihaleler alınıyordu. Leyla’nın iş yükünü azaltsın diye Canan’ı işe aldılar. Canan da Leyla ile aynı yaşlardaydı. Sevimli, konuşkan, verilen işi çabucak yapan hatta bazen kendine ait olmayan işleri bile toparlayan bir kızdı Canan ama bir tuhaflık vardı. İşleri yaparken, her fırsatta kendinden bahsederdi. Ben fakültedeyken, derslerim çok iyiydi, hocaların en sevdiği öğrenciydim, okul faaliyetlerinde hep ben vardım, hatta bütün erkekler bana hayrandı, hepsi peşimden koşardı diye gülerek anlatıp dururdu. Leyla bu sözlerin üzerinde pek fazla durmazdı ama 

“Nasıl bir kendini beğenmeydi bu” diye düşünürdü. 


Leyla da evin tek kızıydı, küçüklüğünden beri özel eğitimlerle büyümüş her gittiği yerde farklı olduğunu göstermiş, hep övgü almıştı. İşinde de önemli yerlere gelme hedefi vardı. Yaptıklarıyla hep övgü aldığı için dışarıdan birinin, sadece kendini överek konuşuyor olması ona garip geliyordu.


Ancak Canan, iş konusunda fikirlerine önem verir, böylece uyum içerisinde çalışırlardı. İlk günden beri aralarında tatlı bir rekabet de vardı aslında. Ama projelerde birbirlerini tamamlıyor, birinin görmediği detayı diğeri fark ediyordu. Birinin aklına gelmeyen orijinallik diğerinde şimşekler çaktırıyordu. Böylece Leyla her aklına gelen projeyi Canan ile paylaşıyor ince ayrıntılarına kadar onunla projeyi tartışıyordu. 

                                    

           Oysa bazen dışarıdan gösterilir insana, kendinde göremedikleri…


Yine bir gün kahve içerken Leyla şirketin yeni proje çalışması için tasarladığı henüz hiçbir alışveriş merkezinde uygulanmamış fikri Canan’a heyecanla anlatmıştı. Canan da Leyla’yı dikkatle dinlemiş; onun bu fikrine hayran kalmıştı. Ertesi gün projenin hazırlık toplantısı vardı. Toplantıda tüm fikirlerini anlatmak, bu işi de başarıyla tamamlamak istiyordu Leyla. Beklenen an geldi ve bölüm direktörü tüm mimarların tasarım konusundaki fikirlerini almak istediğini söyledi. Canan hemen atıldı, benim bir fikrim var dedi ve anlatmaya başladı. Leyla dinledikçe duyduklarına inanamadı, Canan’ın anlattıkları bir gün önce kahve içerken paylaştığı projenin ta kendisiydi. 

“İnsan nasıl kendine ait olmayanı kendininmiş gibi anlatır” diye düşündü. Ve kızgınlıkla “Nasıl olur! Bunlar tüm bunlar benim sana anlattıklarım!” diye bağırdı. 

Şaşkınlık içindeydi Leyla, artık Canan’ı ne görmek ne de duymak istiyordu. O an onu dinlemeye daha fazla katlanamayıp ofisi terk etti. 

Ertesi gün Cananı gördü. “Neden böyle yaptın?” diye sordu. 

  • Aman canım ne olacak, burada hepimiz biriz. Senin benim mi var, diyerek bir de üstte çıkmıştı. 

Aslında her konuda bunu yapıyordu Canan. Düşününce daha iyi anlıyordu. Her sözüne “Ben” diye başlıyor, karşındakinin konuşmasını hiç dinlemiyordu. 


Ben, ben diyen insan aslında kendini yüceltmeye çalışırken tam tersi kaybediyor muydu?

O gün Leyla kaybeden olduğunu hissetmişti. 

Keşke “ben bunu düşündüm, ben şöyle düşündüm, benim böyle bir fikrim var diye sadece Canan’a değil, kimseye gerekmedikçe bahsetmeseydim…” diye içinden geçirdi.

Aradan zaman geçti. Canan’ın yaptığı işlerde sorun çıkmaya başladı. Müşterilerin şikâyetleri patronun kulağına gidince patron Canan’ı yanına çağırdı. Artık onun fikirlerine çok da önem verilmiyordu. Her yerde var olmaya çalıştıkça kaybetmeye başlamıştı. 

Her olayda başrol oynamak isterken kendi öyküsünü mü kaçırmıştı? 


Peki, şimdi ne yapacaktı Canan? 


‘Hep Ben’ derken etrafındaki ‘Sen’ler yok olmuştu. 


İnsan bazen göremez kendinden başkalarını…


İhtiyacı olanın kendini popüler etmek olduğunu sanır. Öyle mutlu olacağını zanneder. 

Mutlu olmadıkça da hep daha fazlasını yapar. 

Peki, çözüm ‘ben’ demek yerine ‘sen’ diyerek mi başlar?

 

Leyla da hiçbir şey için geç kalmamıştı. Hayat devam ediyordu ama bir ders farkla… 


Zaman ya da hayat Leyla’ya bakıyordu…


Aldığı bu dersle; pes eden mi olacaktı yoksa hayatına devam eden mi?


Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. O kadar güncel bir konu ele alınmış ki emeğinize sağlık çok samimi👏🏼👏🏼

    YanıtlaSil